Yabancı Dil Konuşmaktan “Korkmuyor” Değilsin, Sadece Bir “Michelin Şefi Sendromu” Yaşıyorsun

Makaleyi paylaş
Tahmini okuma süresi 5–8 dk

Yabancı Dil Konuşmaktan “Korkmuyor” Değilsin, Sadece Bir “Michelin Şefi Sendromu” Yaşıyorsun

Hiç böyle bir deneyim yaşadın mı?

Bir sürü kelime ezberledin, dil bilgisi kurallarını su gibi biliyorsun; ama bir yabancı karşında durduğunda, beyninde binlerce fikir uçuşurken, ağzın sanki yapışkanla yapışmış gibi, tek kelime dökülmüyor.

Bunu hep “utangaçlığa” ya da “yeteneksizliğe” bağlıyoruz. Ama gerçek şu ki, sen sadece çok yaygın bir “hastalığa” yakalanmış olabilirsin – ben buna “Michelin Şefi Sendromu” diyorum.

Yabancı Dil Öğrenmek, Yeni Bir Yemek Yapmayı Öğrenmek Gibidir

Hayal et, ilk kez yemek yapıyorsun. Hedefin yenebilir bir domatesli yumurta yapmak. Ne yapardın? Muhtemelen telaşlanır, belki tuzu fazla kaçırır, ateşi ayarlayamazsın. Sonunda çıkan yemek belki çok iştah açıcı görünmez ama sonuçta bir yemek olur, yenir ve bir dahaki sefere daha iyisini yapmanı sağlar.

Ama eğer en başından beri hedefin “bir yemek yapmak” değil de, “mükemmel, Michelin yıldızlı bir domatesli yumurta yapmak” olsaydı?

Tencereye atmadan önce tarifi defalarca inceler, domatesi ne kadar büyüklükte keseceğine, yumurtayı ne kadar çırpacağına takılırdın. Hatta mutfağı berbat etmekten korktuğun ya da tadının yeterince harika olmayacağından endişelendiğin için ateşi yakmaktan bile çekinirdin.

Sonuç? Başkaları kendi yaptıkları, belki de o kadar mükemmel olmayan ev yemeklerini çoktan yerken, sen bir yığın mükemmel malzemeye sahip olmana rağmen sadece boş bir tabakla kalırdın.

Yabancı dil konuşurken yaşadığımız en büyük içsel korku işte bu.

“Kusursuz Telaffuz” Peşini Bırak, Önce “Yemeği Servis Et”

Her zaman ilk söylediğimiz cümlenin dil bilgisi açısından doğru, telaffuzu kusursuz ve kelime seçimi incelikli olması gerektiğini düşünürüz. Bu, acemi bir aşçıdan ilk kez mutfağa girdiğinde birinci sınıf bir yemek yapmasını istemek kadar saçma ve gerçek dışıdır.

Gerçek şu ki: Kekelemek bile hiç konuşmamaktan iyidir.

Biraz tuzlu bir yemek, hiç var olmayan bir yemekten iyidir. Karşıdaki kişi ne demek istediğini “tadabiliyorsa”, bu zaten büyük bir başarıdır. O küçük dil bilgisi hataları ya da aksanlar, yemeğin içinde biraz karışmamış tuz taneleri gibidir, zararsızdır. Gerçek şefler hep sayısız tencereyi yakarak başlar.

“Kötü Yorumlardan” Korkma, Kimse Sana Not Vermeyecek

Yargılanmaktan korkarız. Tıpkı şeflerin müşterilerin kötü eleştirilerinden korktuğu gibi, başkalarının “ne kadar kötü konuşuyor” diye düşüneceğinden çekiniriz.

Ama bir de diğer açıdan düşün: Eğer korkudan susarsan, başkaları ne düşünür? Seni “soğuk”, “sıkıcı” ya da hiç “iletişim kurmak istemeyen” biri olarak görebilirler.

Konuşsan da konuşmasan da, karşıdaki kişi senin hakkında bir izlenim ediniyor. “Sessiz” etiketi yapıştırılmaktansa, süreç biraz acemi de olsa aktif olarak iletişim kurmak daha iyidir. Sana kendi elleriyle yaptığı, belki biraz kusurlu da olsa bir yemek ikram etmeye istekli bir arkadaş, her zaman kenarda durup sadece mükemmel tariflerden bahseden birinden daha çok sevilir.

“Michelin Şefi Sendromu”nu Nasıl Tedavi Edersin?

Cevap basit: Kendini bir usta şef olarak değil, mutlu bir “ev aşçısı” olarak gör.

Hedefin dünyayı şaşırtmak değil, yemek yapma (iletişim kurma) sürecinden keyif almak ve yaptıklarını başkalarıyla paylaşmak.

  1. Dağınık mutfağı kucakla. Kabul et, dil öğrenme mutfağın dağınık olmak zorunda. Hata yapmak başarısızlık değil, öğrendiğinin kanıtıdır. Bugün yanlış bir kelime kullanırsın, yarın bir zamanı karıştırırsın; bunların hepsi “tadına bakmak”tır, bir dahaki sefere daha iyisini yapmana yardımcı olur.

  2. “Ev yemekleri” ile başla. Hemen “Buddha Duvarından Atlar” gibi karmaşık yemeklere (mesela biriyle felsefe tartışmaya) meydan okuma. En basit “domatesli yumurta”dan (mesela selamlaşmaktan, havayı sormaktan) başla. Güven inşa etmek, yüksek düzey becerilerini sergilemekten çok daha önemlidir.

  3. Güvenli bir “deneme” arkadaşı bul. En önemli adım, “kafa rahatlığıyla yemek yapıp” alay edilmekten korkmayacağın bir ortam bulmaktır. Burada, hata yapmak teşvik edilir, denemek takdir edilir.

Eskiden bu zor olabilirdi. Ama şimdi, teknoloji bize mükemmel bir “simülasyon mutfağı” sunuyor. Örneğin, Intent gibi araçlar, dahili akıllı çeviriye sahip bir sohbet uygulaması gibidir. Dünyanın dört bir yanından insanlarla iletişim kurabilirsin ve takıldığında, doğru kelimeyi bulamadığında, yapay zeka çevirisi dost canlısı bir yardımcı şef gibi, sana hemen en uygun “baharatı” uzatır.

Bu, oyunun kurallarını tamamen değiştiriyor. Geçmişteki o yüksek baskılı “sahne performansını” rahat, eğlenceli bir mutfak deneyimine dönüştürüyor. Burada cesurca denemeler yapabilirsin, ta ki kendine güvenin gelip gerçek hayattaki arkadaşlarına “hünerlerini sergilemeye” hazır olana kadar.


Öyleyse, o ulaşılmaz “Michelin ziyafeti” için endişelenmeyi bırak.

Dil mutfağına gir, cesurca ateşi yak. Unutma, dilin amacı mükemmel bir performans değil, sıcak bir bağ kurmaktır. En lezzetli sohbetler, en lezzetli yemekler gibi, çoğu zaman biraz kusurludur ama samimiyetle doludur.